
Üniversitede kürek yaparken Amerikalı takım kaptanımız söylemişti: “Always leave early. If you are on time, you are late. And if you leave late, well… then you are screwed.” (“Her zaman erken çık. Eğer zamanında çıkarsan, geç kalırsın. Ve eğer geç çıkarsan, zaten bittin demektir.”)
Biz Türkler böyle yaşamıyoruz. Kendimden de biliyorum. Her yere olabildiğince geç kalırım. Zamanlama ve plan yapmak bizim erdemlerimiz arasında yok. Cumhuriyetin yüzüncü yılına da geç kaldık.
Tarihte de böyleydi. Matbaa güç bela sonradan getirildi. Endüstri Devrimi’ne yetişemedik. On dokuzuncu yüzyıla girişimiz bile taksit taksit oldu. II. Mahmut bizim Magna Carta’mız olan Sened-i İttifak’ı 1808’de yaptı, geleneksel Osmanlı sisteminin bekçisi yeniçeriler 1826’ya kadar tasfiye edilemedi. Yüzyıla damgasını vuran Tanzimat Fermanı ancak 1839’da geldi. Birinci meşrutiyetle (1876) kuralı bozar gibi olduk ama Mithat Paşa o işi tam kotaramadı. En nihayetinde on dokuzuncu yüzyılı yine 8 yıl gecikmeyle 1908’de kapattık.
Bütün bu geç kalmalarımız arasında faydalı şeyler de öğrendik. Kronik gecikmişlik Türklere krizleri yönetme becerisi getirdi. Bazı ciddi meseleleri çok da mesele etmemeye alıştık. Çağa hızla ayak uyduralım derken Çin, Rusya, Almanya örneklerinde olduğu gibi insanlık dışı yollara çoğu zaman sapmadık. Ama günü kurtarmayı da başardık.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında Cumhuriyet ve çok partili rejimle sağlam adımlar atıldı. Yarım asır boyunca nasıl yapsak da sanayileşsek diye düşünürken 80’lerden sonra dümeni kırdık ve “biz en iyisi hizmet ekonomisi olmaya bakalım” dedik, dünyayı ordan yakaladık. 90’lar herkesin başını döndürdü ve milenyumun başında UEFA kupası, Eurovision, Avrupa Yakası derken soluğu Avrupa Birliği’nin eşiğinde aldık. İşte orda soluğumuz kesildi. Sonrasında başımıza gelenleri ve yapılan enayilikleri burada uzun uzun tekrar anlatıp kimsenin kalbini kırmaya gerek yok.
Cumhuriyetin yüzüncü yılında çoğumuz şeytanın bacağını kıracağız diye düşündük. Ama öyle olmadı ve Türkiye 100. yılında yine geç kaldı. Haklı olarak kimsenin morali çok iyi değil ama benim hatırlatmak istediğim şu ki Türkiye hep geç kalmıştır. Cumhuriyet ve Osmanlı tarihinin de gösterdiği gibi geç kalmak dünyanın sonu değildir. Yeter ki varılacak hedef belli olsun.
100. yılımızı beş sene rötarla yüz beşinci yılda kutlarız, o sorun değil. Hatta bu iktidardan kurtuluşumuzun denk geldiği günü gayriresmi bayram ilan ederiz. Böylece her sene tekrar kutlarız. Asıl önemli olan yurdun ve dünyanın dört bir yanında o büyük şölen gününü yaşama umudundan ve azminden vazgeçmemek.
Yazıyı sonlandırırken aklıma geldi. Yeni yıl akşamı Ajda’dan bir şarkıyla geri sayım yapmak pek çokları gibi benim için de bir gelenektir. Bu yüzden Yeniden Başlasın’dan aşağıdaki dörtlüğü buraya bırakıyorum. 2024 yılının tüm insanlığa barış ve mutluluk getirmesini diliyorum.
* * *
Nedir bu gördüğüm Tanrım rüya olsa
Toplanmış her şeyi gidiyor mu yoksa
Kapıda eşyalar gözlerimde yaşlar
İnanmam sevgilim böyle bitmez aşklar
* * *

Leave a comment